01 Mayıs 2024 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / DİRENGENLİĞİN KURAMSAL ÇERÇEVESİ
DİRENGENLİĞİN KURAMSAL ÇERÇEVESİ

DİRENGENLİĞİN KURAMSAL ÇERÇEVESİ Fırat TOPRAK

Hayatın bitimsiz bir mücadele olduğu kabul edilir çoğunlukla. İslam düşüncesinde de insanlık tarihinin Hz. Âdem (a.s.)’in çocukları olan Habil ve Kabil arasındaki niza ile başlayan ve sürgit devam edegelen bir iyilik ve kötülük mücadelesi olduğu belirtilmektedir. Gerçekten de İslam tarih felsefesi Hak-Batıl, iyilik- kötülük karşıtlığına dayanan bu köklü ayrımla şekillenmektedir. Kıyamete kadar devam edecek bir karşıtlık olarak üçüncüsü olmayan iki yolun varlığı, insanoğlunun dünya serüveninin/imtihanının da bu iki yol arasındaki tercihten ibaret olduğu aşikârdır. Aslolan anılan bu iyi, güzel ve doğruya dair inanç ve bu inancın yol göstericiliğinde bir yaşam sürmektir. 

Hayat bir mücadele, mücahede olduğuna göre hayatın anlamı da mezkûr kamplaşmada Haktan, iyilikten ve Tevhidden yana taraf olmaktan ibarettir. Ve elbette ki taraf olmakta kişiye bilgi, inanç ve eylem planında bir takım sorumluluklar yüklemektedir. Sorumlu insan donanımlı ve aktif bir duruş, düşünüş ve fiil sahibidir/olmalıdır. Direngenlik diye bahse konu olan husus insanın sorumluluğunun farkındalığı ve gereklerini içerir. Bu bağlam göz önünde tutulduğunda direngenlik kör bir inatçılık, yeminli bir muhalefet değil soylu bir tavır olarak hayata anlam katan varoluşsal değerler dizgesine sadakatin sürekliliği şeklinde tanımlanabilir. Direngenliğin cehd kavramıyla irtibatı hatırlandığında çok yönlü ve süresiz bir mücahededen bahsedildiği görülür. Mezkûr mücahede temel bir yönüyle âlemlerin Rabbi olan Allah’a kulluk ile özgürleşmektir. Bir yönüyle ibadet coşkusuyla ve kötülüklerden uzaklaşma ile bir ahlak abidesi olma, insan-ı kâmil olabilme çabasıdır. Bir yönüyle ideal mümin şahsiyetin inşası/eğitimi/terbiyesi çabasıdır. Bir yönüyle reel politiğe kurban edilmeyen bir Nebevi siyasi ideal olarak asr-ı saadet/ medinetül fazıla özleminin canlı tutulmasıdır. Bir yönüyle özelde müminlerin genelde tüm insanlığın derdini dert edinmektir. Bir yönüyle ekmeği bölüşme, her yönüyle sömürü karşıtlığı, istizaf ehli mahrumlar için emek harcamaktır. Hâsılı içerisinde bulunduğumuz dünya imtihanını başarma cehdi başlı başına bir direngenliktir.

Direngenlik sabır, sebat ve istikamet kavramlarıyla aynı anlam alanına işaret etmektedir. “Sen ve sana uyanlarla beraber emrolunduğun gibi dosdoğru ol” emri diğer birçok örnek gibi bir kuramsal direngenlik nassı örneğidir kuşkusuz. İnsanın doğrularında berdevam olması indi İlahide de, insanlar nazarında da her zaman takdire konu olmuştur. Tarihin akışına yön verenlerin işbu direngenliği yaşamsallaştıranlar/sürdürenler olduğu gerçeği de ortadadır. Burada altı çizilmesi gereken ilgili diğer bir kavram ise hep bahsedilen fakat pratiği nadirattan olan “adanmışlık” kavramıdır. Kesin inançlılığın üzerinde vücut bulan ulvi bir hedef için yaşamak manasındaki adanmışlık, fedakârlık, diğerkâmlık bireysel ve toplumsal sıkıntılarımızın reçetesi hükmündedir. Âlimlerin ve mücahitlerin hayatları da bu reçetenin uygulama karşılığıdır.

Direngenliğin kuramsal çerçevesine dair söz söylemek evvelen direngenliğin ontolojisine/varoluşsal boyutuna ilişkin kelam etmeyi zorunlu kılmaktadır. İnanca taalluk eden varoluşsal boyut öncelikli ve diğer boyutların kendisiyle şekillendiği asıldır. La direngenliği olarak tanımlanabilecek itikadi boyutu temelde sahte ilahların reddi, illa direngenliği olarak ta Allah’ı ulûhiyette, rububiyette, esma ve sıfatta birleme şeklinde anlamak icap etmektedir. Başka bir deyişle mahlûkatın ilahlaştırılması şirkine karşı Yüce Allah’ı noksanlıklardan tenzih ederek kemal vasıflarla vasfetmek anlamındaki Tevhidi direngenlik tüm zamanlarda ve mekânlarda -peygamber kıssalarında görüldüğü üzere- kuramsallığımızın merkezini oluşturmaktadır. İşte Tevhidi direngenlik koşullar ne olursa olsun bu temel üzerine yürümeyi gerektirmektedir. Ulul azm bir peygamber olan Hz. Nuh (a.s.)’ın örnekliğinde görüldüğü gibi –dile kolay- bin yıldan elli yıl eksik olmak üzere verilen Tevhid mücadelesinin direngenliğidir bahis konusu olan.  

İmanın ameli içerdiği veya gerektirdiği hususu altı kalın çizilmesi gereken meselelerdendir. Direngenliğimizin amele dönük boyutunu ibadet-masiyet direngenliği olarak ifade etmek mümkündür. Ameli direngenlik müminin öncelikle Allah’ın hukukunu gözetme iradesinin sürekliliğidir kuşkusuz. İbadet direngenliği Rabbimizin yap dediğini yapma ısrarı, nefsin, şeytanın, menfi çevrenin iğvasına karşı teyakkuz ile ibadetin yaşam biçimine dönüşmesidir. Ki sahabenin ibadete yükledikleri asli anlam hayatın tamamının Rabbin rızası doğrultusunda yaşanmasıydı. Kavramlarımızın hassaten –ibadet kavramının- aslına ircası da ibadi direngenliğimizin tazammun ettiği hususlardandır. Kişinin zaaflarına karşı gerçekleştireceği direngenlik olan masiyet direngenliğinin ilk aşaması ise fahşa ve münkere karşı korunma/ittika merhalesidir. Ardından daha doğrusu beraberinde nehyi anil münker/münkeri nehyetme merhalesi gelmektedir ki Kur’an ve Sünnet naslarındaki vurgu sıklığı masiyet direngenliğinin önem derecesini ortaya koymaktadır. İbadet- masiyet direngenliği maruf-münker direngenliği olarak ta anlaşılabilir. Diğer bir ifade ise ibadet direngenliğini celb-i maslahat olarak, masiyet direngenliğini ise def-i mefsedet olarak anlamlandırmak mümkündür.

İbadet direngenliğinin içeriğinde bulunan ahlaki boyutu –önemine binaen- ayrıca ele almak icap etmektedir. Ahlak-ı hamidiye/övülen ahlaki vasıfların kazanılması hayatın temel gayelerinden olduğu gibi dinlerin hasetsen aziz İslam’ın müntesiplerine kazandırmak istediği hususlardandır kuşkusuz. Tövbe, tevazu, hilm, isar vb. kavramlar insanı kâmil olma yolunda kat edilmesi gereken merhalelerdir. Ahlak-ı seyyie/kötü vasıfların kontrol altına alınması da keza aynı bağlamda değerlendirilmektedir. Esasında Mecelle’de ifade edildiği gibi def-i mefsedet celb-i menafiden evladır. İnsanın kendini tanıması ve gerçekleştirmesi tam da bu zaaf noktalarının kontrol altına alınması ve kuvvet noktalarının tahkim edilmesidir. Bir başka ifadeyle vahyin belirlediği şekilde iyi olmak ve iyi kalmaktır direngenlik. 

Direngenliğimizin asal boyutlarından biri de terbiye direngenliğidir. Her türlü gayr-ı İslami ideolojik dayatma karşısında vahyin tedrisatının derdini taşımayı ifade etmektedir. Eğitimin tüm zamanlardaki önemine binaen muvahhid bir neslin yetiştirilmesi öncelikli hedeflerdendir. İş bu hususun ehemmiyetini bu coğrafyanın kayıp/yitik kuşakları olarak bizler daha bir idrak edebilmekteyiz.  Cahili kalıntıların izalesi ile vahyin kalıbında vücut bulmuş bir mümin kişiliğin oluşması tedrici ve yoğun bir tedrisatı gerekli kılmaktadır.

Bir diğer direngenlik boyutu ise yaşamın öncelikli alanlarından biri olan iktisadi boyuttur. Kişi davranışını belirleyen temel unsurlardan olması sebebiyle iktisadi hususiyet mümince icra olunması gereken bir sahayı işaret etmektedir. Kazanma ve tüketme planında helal olanı önemsemek fıtri, şer’i ve ibadi olandır. Çıkarın her şeyin önüne geçirildiği, insanların bireye dönüştürüldüğü günümüz dünyasında imanın belirleyiciliğindeki bir iktisadın –kanaat ekonomisinin- somutlaştırılması Müslimler üzerine vazifedir kuşkusuz. Ölçü tartıdaki tavrımız, faiz ve zekât imtihanımız, paylaşma bilincimiz, dinar ve dirhemin katımızdaki yeri gibi meseleler mümin direngenliğinin iktisadi vechesidir. Yahudiliğin ve Protestan Hıristiyanlığının bu dünyacı –maddeci pratiğinin tekrarı olarak gördüğümüz Müslümanların dünyevileşme hastalığı Ehl-i Kitabı adım adım hatta Keler deliğine kadar takip etme Nebevi ikazını hatırlatmaktadır. İlme ve takvaya hürmetin yerini çoğunlukla makam, çevre ve paraya bırakması Müslümanların dünyevi kıyametidir.

Direngenliğin mühim bir diğer boyutu da sosyal şahitlik olarak ifade edilen boyuttur. İnsanın toplumsal bir varlık oluşu diğer insanlarla bir arada yaşamı zorunlu kılmaktadır. Bu da hukukul ibad denilen kulların hukukunu gözetmeyi zorunlu kılmaktadır. Sosyal direngenlik bireyselliğe karşı cem olmayı, cemaat olmayı –lakin cemaatçi olmamayı- ve aynı zamanda aileyi teşvik/tahkim etmeyi ifade etmektedir. Bir başka açıdan sosyalitemize dair itidal vasatımızı “biz” içinde “ben” olabilmek şeklinde tarif edebiliriz. İnsan ilişkilerinde zorluklarına rağmen ıslah hedefli mümince bir çizgiyi takip etmek bahsedilen direngenliğin konu kapsamındadır. Mazlum ve mahrumlara yönelik ilgimizin boyutu, insanlığın sancısının yüreğimizdeki makes derecesi “biz”in teşekkülüne dair verilerdir. Sadece kendisi için yaşayanın insanlığı gibi İslamlığı da tartışma konusudur. Kendini, ailesini ve akrabasını ihmal etmeden yürütülecek bir sosyal mücadele ancak anlamlıdır.

Sosyal şahitliğin bir yönü olarak sosyal medya kullanımının bir hastalığa evirildiği hakikati de teslim edilmelidir. Kalabalıklar içinde yalnızlaşan insanı görünce belki de bir rehabilitasyon çalışması olarak sohbete, muhabbete ziyaretleşmeye dönüş kampanyası yapmak gerekmektedir. Genç kuşakların kuşatıldığı tehlike çemberinin teyakkuz gerektirdiği de ortadadır.

Diğer bir mühim boyut ise siyasal direngenliktir. Yaratma ile yönetmenin arasını ayırmamak, meşruiyetini ilahi çerçeveden almayan hiçbir otoriteyi tanımamak siyasi direngenliğimizin temel başlıklarıdır. Egemenlerle ilişkinin mahiyeti, zulme meyil şeklinde olsa da yaşanacak zalimleşme süreci direniş siyasetinin kapsamındadır. Siyasi iktidarla ilişki bağlamında öne çıkan sağcı, muhafazakâr, kişiliksiz, müdahane şeklinde tebellür eden tavır- daha doğrusu tavırsızlık- ile ilkesel karşıtlık temalı dışlayıcı müzmin muhalefet arasında bir itidalin mümin tavrı olduğu gerçeğinin altı çizilmelidir.

Son iki asırdır ümmetin halini göz önüne alındığında siyasi direngenliğin zarureti ortaya çıkacaktır. İşgal altındaki coğrafyamızın kurtuluşu, ümmetin kalben, aklen ve fiilen teşekkülü ancak küresel sömürgenlere karşı yürütülecek bir topyekûn direniş sayesinde mümkün olacaktır. Gönül coğrafyamızın değişik bölgelerinde yürütülen mücadelelerin önemi yadsınamaz lakin bahse konu direngenliğin henüz topyekûn bir boyuta ulaşamaması zulümlerin devamına neden olmaktadır. Bu aynı zamanda bağımsız bir İslami hareketin varoluş meselesidir. 

Hayatı bitimsiz bir kavga olarak anlamak direnmeyi ve bu direngenliğin hukukunu oluşturmayı gerektirmektedir. Düşüncenin kontrolündeki bir duygusallık direngenlik hukukunun zemini olmalıdır. Mücadele fıkhı kavramsallaştırması bu alana işaret etmektedir. Lakin kemale ermemiş bir alan olarak çok söz gerektirdiği de görülmektedir.  Kuramın ideal merkezli fakat vakıanın/reelin gözetilerek şekillenmesi zarureti de ortadadır. Yani İslami hareketlerin tecrübelerinin ayniyle tekrarı değil de bu tecrübelerden damıtılarak teşekkül ettirilecek bölgesel farklılıkları da gözeten bir direngenlik hukukunun ihtiyacı hissedilmektedir.  

İslam ümmetinin içerisinden geçtiği son iki asırlık zorlu süreçlerde verdiği bu muhteşem mücadele ve gösterdiği etkin direnç bu ümmetten hayır ve bereketin kesilmediği gerçeğini tarihen olduğu gibi bugünde ortaya koymaktadır. Bununla beraber sistematik ve kurumsal çabaların ancak çok boyutlu fetretimize nihayet vereceği de ortadadır. Ortada olan diğer bir husus ise ümmet, vahdet ve direniş kavramlarımızın altının hukuken ve bihakkın doldurulmasının lüzumudur. 

Hâsılı kuram ve pratik dengesinde bir direngenlik fıkhı ehlinden katkı beklemektedir.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul